Deme
ki:
Kayıtsız şartsız seninim! Kulun ve kölenim! Beni var etmeye ve
yok
etmeye muktedirsin!
De
ki:
Şüphesiz, sen şehvetimin öteki adısın. İşte!
Dedim
ki:
Ruhunun kapısını araladığın için sana dokunabildiğimi
duyumsadım, sen
de duydun mu ihtimallerin arasına sızan bu dokunuşu?
Fiziksel frekanslarımı fizik ötesine yolladım pamuk bulutlarda
gezinmek
arzusuyla ve ürktüğün kara bulutları
çözmek adına.
Ruhsal
yolculuğumda insancaları terk edip hafif parıldayan iki eş yıldızı
hayallerine daldım. Evrensel bir macera benimkisi, tek boyutluluktan
çoktan
çıkmış ve ihtimallere yüreğini açmış
biraz korkak, biraz çekingen (bu nedenle
de hâlâ biraz insanca), dünyalar arasında
yolculuk yapan bir şaman.
Sözcüklerimse şamanın dans yansımalarıdır, mavi
boşluklarda gezinen yıldızlara
gülücük yollamak gibi.
Dedin ki:
Sevgi yaşamı bütünleyen değildir; Herşeyde Herşey
değildir.
Dedim ki:
Pek dünyasalca ve pek insanca bir sevgi bu; metafiziği
soluk bir duyu. Yaşamadan elde ettiğin yalnızca
düşünsel boyutu olan anlamsız
kazançtır bu, oysa yaşanıldığında anlamlı bir kaybedişe
dönüşebilir. Ve bu
kaybediş Herşeyde Herşeydir. Çünkü
düşünsel sevgi en iyi ihtimal
düşünsel bir
sevgidir - yapaydır. Ressam (sanatçı)
düşünmez, yalnızca resimler;
düşüncesi
duyusuna tabiidir. Duyusudur düşüncesini
yönlendiren.
Dedin ki:
Sosyolojik faktörler sevgiyi belirliyor. Topluımsal
kurallar, aile etiği, ekonomik bağlılık.
Demiştim ki:
İnsan meseleleri ile üstüme varma. Ve
açıklamıştım bu
tümceyi metafiziksel bir dilde.
Derim ki:
Benim belirleyemeyeceğim ve üstesinden gelemeyeceğim tek
şey var: O da ölümdür. Aile etiği, ekonomik
bağlılık, toplumsal kurallar sevgim
kapsamında değildir. Ve sevgim kutsal olmadığı gibi, dünyasal
da değildir; eğer
dünyayı sosyolojik ve etiksel bir yapı olarak algılıyorsan.
Bundandır ihtirasa
giremeyişin, bundandır ihtirasta
çözülemeyişin. Sana yansıyışım
içimden
gelendir -ki yansıma dalgalarım sana asla Benimkiler olarak
ulaşamayacaklardır;
sadece bir nebze, bir soluk olarak.
"Kökenler"
adı verilen bu yapay ve ayakları havada duran olgular seni senden
çalar. Dünyaya
tekil olarak giriş yaptığını duyumsa ve tekil olarak çıkış
yapacağını.
Öncesinde ve sonrasında bir bilincin varlığını ya da yokluğunu
duyumsamaksızın.
O zaman beni anlarsın biraz, çünkü Kendini
anlamış olacaksın.
Dahası:
Hiç -şimdi! Ölüm -şimdi!
Şeyleri
yeniden görme ve şeylere yeniden dokunma patlayış gerektirir;
ardından kendi
çıkışını belirlersin, senin de bir exodusun olacaktır. Sosyolojik
kökenler hastaya verilen
serumlardır, tekrar hastalanmak için verilen serumlar.
İnsan, ölmek zorunda
olduğu için ölmez; insan, bilincine dikte edildiği
için ölür. Her düşünce
nefesimizi kısıtlayan bir zorbadır, nefes alırken bizi gırtlaklayan bir
azraildir. Her söyleyişte azrailin titrediği tek
sözcük var: Tanrı. Azrailin
öldüremediği. İşte Tek'in yapması gereken Tanrı'yı
öldürmektir ve ardından
Tanrıları, kökenleri, güruhu, ayak takımını. Ve bir
de iç Tanrılarımız var,
intihar duygusu verirler: Biri vicdandır, bir başkası kutsal olandır.
Kutsalda
müstehcenlik gizlidir, açığa çıkarırsan
kutsal diye birşey kalmaz. Vicdan alt-bilincin
öteki adıdır fakat şöyle bir farkla:
Alt-bilinç seni dışa yansıtmaya
yönelirken, vicdan sana serumlarını anımsatır.
Müstehcen bir toplumda
yaşamaktasın, bütün bir varoluşu müstehcen
olan toplum. Ahlakçılığın ancak iki
yüzlülerce dışa yansıtıldığı bu toplum
çirkin suratlıdır, bedeni leş
kokmaktadır, ruhu Kendine ihanetin balyozuyla yerle bir edilmiştir.
Devasa kan
kokan bu beden kendi çocuklarını kendi elleriyle
öldürebilmektedir. Bu bedenin
küstah bir gençlik doğurması da beklenilen bir
sonuçtur. En iyi ihtimal küstah
gençliktir; arda kalan futbolcudan anarşiste kadar saplantı
ürünüdür.
Vicdan
dediğin o kötücül ev, ilahi metinlerin
Tanrı'nın sistemi olarak lanse edildiği,
vajina ve penis üzerine kurulu bir ahlakın dikte ettiği devasa
bir mağaradır. Ortaçağ
bir mağaradır, bilirsin. Karanlık, zifiri. Herkesin herkesi
vicdansız-kafir
olarak öldürdüğü. Vicdan
müstehcen bir yaradır ve ben parmak basıyorum bu
yaraya. Bununla yetinmeyip onu deşiyorum, kan akıntısı dinmeyen bu
yaranın
kökünü açığa
çıkarıyorum. İnsanlığa sunabileceğim en
büyük hediyemdir -Hiç'in bir
süvarisi olarak. Aziz İbrahim'den bu yana fazla birşey
değişmedi bu dünyada.
İbrahim, Paganların somut Tanrılarını balyozladıktan sonra, kendi soyut
Tanrısını tahta oturttu. Somutu soyuta taşıdı. Başka tümceyle:
Sayısı çok
Tanrıların yerine insan dışkısıyla altın karışımı göklerdeki
tek Tanrıyı
getirdi. Soyuta inanmanın değeri somut altına tapmanın değeri ile eşit
ölçüdedir. Birinin değeri öte
dünyada, diğerinin değeri bu dünyada
geçerlidir.
Bu değeri beynini cüzi miktarda kullanabilen bir zombinin
dışkıladığı bir kaç
düşünceyle birleştirmek tek Tanrıyı doğurdu. Bu kadar
kolay. Ancak bu kolaylığı
elde etmek için tüm soyut ve somut putlara sırtını
dönmen gerekir. Vicdanında
konuklayan biri var ya da tam ifade: Vicdanını teslim alan biri var:
Tanrı.
Daha somut
konuşacağım.
Bildiğim
kadarıyla vicdan diye bir organ yok insan türü
bedeninde. Ancak tıkabasa
doldurulan soyut bir çöp bidonu olarak
canlandırıyorum belleğimde. Bütün
artıkların, zaafların, dışkı çeşitlerinin, azizlerin,
ilahilerin, azapların,
işkencelerin bir arada çırpınarak ve içinde
bulundukları bedeni kamçılayarak ebedi
yaşayan devasa büyüklüğünde bir
bidon. Somut bir örnek vereceğim: Halklar.
Halklar müstehcendir, özellikle de
namus-şeref-gurur-vicdan obsesyonu taşıyan
halklar. Rimbaud'yu kim öldürdü, biliyor
musun? Ve Lautréamont'yu? Ve
Mainlaender'i? Halk. Ve halkın vicdanı.
Hiçbir
halkın problemi benim problemim değildir,
çünkü benim problemim
hiçbir halkın problemi değildir. Her halk bunu bana her an
kanıtlamaktadır.
Hiçbir halkta kendime özgü birşey
görememekteyim -soyu tüketilen Kızılderililer
hariç.
Halkların düşünce ve duyguları bana
karanlık zindanları anımsatır, Hitler'in
toplanma kamplarını çağrıştırır. Halkların
düşünce ve duyguları: İnsanın insanı
imha ettiği bir yamyamlar diyarıdır! Hitler'in tutkusu halkından aldığı
bir
hastalıktan gelir; hasta olan halktır, liderler bu hastalığı sadece bir
vücutta
yansıtırlar, bir bedende dışavururlar. O bedeni yöneten
vicdandır. Hiçbir lider
"kendi başına" davranamaz, eyleme geçemez, yaşayamaz. Her
lider ancak
halkın hasta gücü oranında davranabilir, eyleme
geçebilir, yaşayabilir. Lider
bu nedenle Kendi-Olan değildir. Lider bir halkın kapsamı, toplamıdır.
İki
yüzlülerin, ihanetlerin, cellatların, gardiyanların
toplamını temsil eden
vicdanıdır.
Sana göre
Stalin bir zalim olabilir oysa Stalin bir düşüncenin
"zalimce" dışa yansımadır; halkın temsil ettiği
düşüncenin tek
bedenidir. Marilyn Monroe, Amerika halkının "güzellik",
Charles
Manson ise "kötülük"
sembolüdür. Her ikisi de iki ayrı
düşüncenin
sonuçları olmakla birlikte aynı yerden enerji alırlar:
Vicdandan.
İspanyalılar ve
diğer Avrupalılar Kızılderilileri neden imha ettiler?
Çünkü esiri oldukları bir
düşünce onlara Kızılderililerin "insan"
olmadıklarını dolayısıyla öldürülmelerinin
meşru olduğunu, vicdanlarının rahat
olması gerektiğini söylüyordu. Soyu tükenen
hayvanlar da yine bu düşünceden
dolayı imha edildi. İspanyalılar bugün de boğa eziyeti ve
ölümünü bir şenlik
olarak kutlamaktadırlar. Kızılderililer aynı şenlik eşliğinde imha
edildi.
John Lennon'u
öldüren kişi bir düşüncenin
kendisine Lennon'ı
öldürmesini emrettiğini söylemişti. Buradaki
fark, bir bireyin diğer bir bireyi
öldürmesinin bir otorite (tanrı/halk/devlet/ulus)
tarafından meşru
görülmemesidir ve bu bireyin o otorite tarafından
"hasta" ya da
"katil" statüsüne sahip edilmesidir. Bu kişi halkın
istemini temsil
etseydi, halkın istemini bu eylemle gerçekleştirmiş olsaydı,
kahraman madalyası
alacağının garantisi kesindi. Onüç yaşındaki bir
kıza imam nikahı şenlikleri
eşliğinde tecavüz eden bir halkı dindiren nedir, bilir misin?
Kafasından
çivilenerek uzaya fırlatılan maymunun sorumlusu kim, bilir
misin? Vicdan. Maymunun
gözlerine bakıp "iki gecedir ağlıyorum" diyen sen bu vicdanı
sorgulayansın. O an tüm İran coğrafyasının ateşe verilmesi
derin metafizik bir haz
verirdi Lautréamont'ya. Kötüye
kötülük ile yanıt veren her nihilist bundan
haz
alacaktı. Ancak yaşamaya da devam edemeyecekti; Dünya
coğrafyasını ateşe
verdikten sonra kendini de imha edecekti.
Kötülüğe dayanamayıp yok olmak. Vicdanın
sonu. Negatif nihilizm.
Kürtler.
Of! Sıradan bir baş ağrısı. Gündelik belalardan biri. Gelenek
dedikleri akıl mağaralarında kültürel intihar yaşayan
kimlik savaşçıları. Fanatizmin
doruk noktası. Kolektif alt-bilincin topyekûn işleyişi; toplu
intihar tek
çözümdür ve bunu kısmen
yaşamaktadırlar.
İntiharın bulaşıcı olduğuna Kürtlerde rastlamaktayız
post-modern dünyada ve
günün modası
olarak da Müslümanlarda. Bu intihar
modelinde ikinci
gruptakilere gangster ahlakı hakimdir.
Nevruz şenlikleri
kolektif nevrozun meşru halidir. Daha doğrusu: Nevruz
nevrozunu legal yaşamaya çalışan bu halk eksiksiz siyasal
müstehcendir. Kötü
bir ironi: Nevrozun yasallaşması için
"ölüm-kalım" kavgası veren bir
halkın hastalık derecesini düşünemiyorum,
gücüm yetmiyor. Pes doğrusu. Fanatizmin
zaferi. Yaşasın nevroz!
Bir Kürt,
Kürt doğar, Kürt yaşar ve Kürt
ölür. Bir Yahudi gibi. Bir kez
Yahudi isen, tüm zamanlar için Yahudisindir.
Öte dünyada bile. Kaderin önceden
belirlenmiştir. Demek ki: Bir Yahudi bir saplantı olarak
dünyaya doğar. Yahudi
bu dünyada Yahudi olarak yaşamaya mahkumdur.
Kürtlerden, Türklerden ve diğer
saplantılı kardeşlerden daha farklı birşey bekleyemeyiz.
"Stirner
vicdansızdır" demiştim, çünkü
çöp yığını taşıyıcısı olmadı
asla; Stirner sadedir, yalındır. Negatif bir nihilizm Stirner'de sadece
bir geçici
araçtır. Stirner, kendi içindeki Tanrıları
öldürebilen tek ve Biricik
filozoftur. Onun negativizmi kendi içindeki saplantılara
yöneliktir. Onları
imha eden Kendini yaratır: Stirner -işte! Mauthner adına "nezih"
demişti. Ben adına "yalın" diyorum.
İyi'nin ve Kötü'nün ötesinde bir
mekan, bir yer: Hiç -işte!
Ben
bir paryayım, bir disident. Hiç'ini varsıllaştıran ve
yeniden yok
eden, hiçleştiren, hiçleyen bir parya.
Dedim -işte!
Sıra Sende.