Biricik
ve Biricik
Ustam
İle
Bir Konuşma
H.
İbrahim
Türkdoğan
Hiç, Herşeyin
yok-hâlidir.
Varlık
penceresinden: Ben olmayacağım, ben artık olmayacağım, olmak zorunda
değildim.
Şey -olmak zorunda değildi, hiçbir şey -olmak zorunda
değildi ve
hiçbir şey şu
andan sonra da olmak zorunda değildir.
Hiç
penceresinden:
Hiçbir şey Hiç gibi hiç değildir!
Varlık’ta
Herşey
geçicidir. Hiç’te Hiçbir-şey
geçici
değildir. Hiç –hiçtir. Hiç
–ne iyidir
ne de
kötü; Hiç, nötr-olandır.
Hiç,
nötr-olan bile değildir; Hiç
–hiçtir.
Bu tümceler Senin de
olabilirdi, çünkü –Sana uygun
olduğunu biliyorum. Şu son vurgu bile: Hiç
–hiçtir. Yine de şöyle itiraz
edecektin: “Benim Hiç’im yaratıcı
Hiç’tir.” Bununla bir sıfat
yüklemiş
olacaktın Hiç’e ve Ben itiraz etmeyecektim
-önce, çünkü Benim de
Hiç’im
yaratıcıdır. Ama itirazım şu konuda olacaktı: Senin
görüp de, anlayıp da, idrak
edip de kabul etmediğin bir şey var: Yaratıcı olabilmek için
Hiç’i yok-hâlinden
alıp bir hâle getirmektesin, bir hâl
kazandırmaktasın Hiç’e. Hiç
felsefesinin
tümünü Hiç’le
hesaplaşma ve onu aşma çalışması olarak nitelendirebiliriz
–Varlık adına. Var olmaya devam etmek adına.
Mauthner’in Senin
hakkındaki analizi Senin telaffuz
edilmemiş bir tümcendi –kafanda
gerçekleşen. Sen! Telaffuz edemezdin, etseydin
–okyanusa dalman gerekecekti. Oysa Sen ratioyu sonlandırmakla
yetindin.
Bırakıyorum seni orada.
O
kadar aşikâr ki
sözlerin: “Hiçbir şey beni
adlandıramaz.” Ah!
“Meselemi Hiç’e bıraktım.” Bir
kez daha: Ah! Başka ifadeyle: Ben Kendim’in dışına
çıktım!
Dil -dedin ya sen-
beni ifade edemez, işte! Sen -ikiz kardeşim- hakkımın kapsamında
Herşeyin
hayâlet oluşunu dillendirmekle Senin de bir hayâlet
olduğunu söylemiş oldun
–farkında mıydın bunun? Soruyorum: Farkında mıydın? Şeffaf
sözlerinde bir gizem
mevcuttur –okyanusu çağrıştıran.
Kitabını
tamamlayarak sonlandıran tümcelerin -Seni yanımda taşıyor.
Seni
Türkçeleştirerek
okuyorum: “Ben
kendi kudretimin malikiyim
ve Ben ancak Biricik
olduğumu bildiğim
an kudretimin malikiyim. Kendine-Sahip-Olan, Biricik’te
yaratıcı
Hiç’e, doğduğu yere, geri döner. Benden
yüce her
varlık, ister Tanrı olsun
ister insan, biriciklik duygumu zayıflatır ve ancak bu bilincin
güneşi
karşısında söner.”
Son
tümceye geçmeden nefes alıyorum ve diyorum ki: Sen bu
tümcelerinden yeni bir Demiurg
yaratarak öldürdüğün Tanrıların
tahtına oturmaktasın. Yakışıyor sana bu taht –söz
aramızda!
Tüm düşünce
saplantılarını silip süpürdükten sonra
yerine
Ben’i getirdin ve tutarlı bir
şekilde oluşturduğun vakumu bu Ben’le doldurmaya karar
verdin.
Yıkıcı, kırıcı
ve yaratıcı bir Ben. Nasıl demişti Jakobi, Ben’i
mutlaklaştıran Fichte’ye
hitaben: “İmha ederek
yaratmayı öğrendim.” Her birimiz ayrı kaynaktan
yaratıyoruz.
Şimdi son
tümcen: “Meselemi
Kendime, şu Biricik’e bırakırsam, o zaman meselem kendi
yaşamını
kendisi
tüketen geçici ve ölümlü
bir yaratıcının
meselesidir ve Ben diyebilirim ki: Ben
meselemi Hiç’e bıraktım.”
Son
tümcendeki
Biricik tarifi -özellikleri olmayan bir
Hiç’tir; oysa
bir üstteki tümceler
Hiç’le birlikte Biricik’e
biçim
biçmektedir; negatif olmakla elde edilen biçim.
Herşey negatif. Peki, ya Sen?
Perdeyi aralıyorum:
İlk tümcelerinle Sana verdiğin biçimleri son
tümcenle
imha etmektesin. Bunda
tutarlısın: Kendini imha etmektesin –en azından tinsel
boyutuyla.
Ve gizemi çözüyorum:
Kendi’nin dışına çıkmaktasın. Ama bir eksiğin var:
Okyanusu seyretmekle
yetinmektesin.
Mauthner ve bir kaç
kişi daha (Engert, Ruest)
bunu sezdiler.
Mezara
gömdüğün
Tanrı’nın ve Tanrıların kırıntıları üzerinde
haykırdığın
sözler nasıl ki
boğazında düğümlenerek gözlerinin
yaşarmasına neden
olduysa, işte; içten gelen
kahkaha içten içe Beni yiyen
hüznün
dışavurumudur.
Vahiylerimi bir bir
yaşantıma aktardıktan sonra Kendim’in dışına
çıkmaktan
başka bir nedenim
kalmadı.
Kahkahalarım yüzme
bilmeden okyanusa atlayışımın çırpınışlarıdır ve
öldürdüğün ratioyu vahşi
okyanus dalgalarıyla kıvrımlandırıp renklendirişimin yaşam nefesleridr;
Ve Ben
vahşi dalgalarla dans etmekten ölümcül haz
aldım ve
-karaya çıkmayacağım.
Bu
metnin yayımlandığı yer: Aç Yazı dergisi / Sayı
02, Haziran 2015
|