Hüzünlü
Şövalye ve Gerçek
Bir Don
Kişot-oluş
H. İbrahim Türkdoğan

"Yorumlanamayan
bir işaretiz biz." -Hölderlin-
Ah
Dulsinea, ey biricik sevgili! Asla elimi dokunmadım sana,
çünkü senin gerçeğini
çevreleyen karanlık gölgeler seni benden
uzaklaştırdı. Ancak bilesin ki, benim
gerçeğimde yaşayan biricik sevdamsın. Ve tüm
karanlık gölgelere açtığım savaş
sonucunda seni bir gün kutsal atım Rosinante'nin sırtına
alarak ortak
gerçeğimizi yaşayacağız. Ve bilesin ki, hergün
öldürüp ve yeniden kurduğum
ölümcül gerçeğimle seviyorum –seni.
Hüzünlü
bir şövalyeyim ben, çünkü
insanlığın bana direttiği realiteyi kendime uygun
bulmuyorum; onun gerçek dediği, milyonların kafasındaki
karanlık gölgelerden başka
bir şey değildir. Ben dünyayı çevreleyen bu
karanlık gölgeleri yalnız başıma
imhâ edebilen asil bir kahramanım.
Ey
insanlık! 'Gerçek'
sözcüğünün yalnızca bir
sözleşme, verilen bir söze uyma
olduğunu anlatabilmek için beni yazan yazarla girdiğim
ölüm-kalım kavgasında
benim gerçeğimin onun gerçeğinden farklı olduğunu
ona kabul ettirdim. Diz çöktü
önümde; onun sunduğu gerçeği bana kabul
ettiremeyeceğini ta başında söylerken, kılıcımın
gücünü göstermeyi de
ihmâl etmedim.
Ben,
hüzünlü şövalye, gerçek
ile
rüyanın toplumsal kalabalıklarda devasa anlam kaymalarına
neden olduğunu
anlatan ve anlatabilen hezeyanlı bir romantikçi şaiirim.
Ortaçağ düşünürleri
denilen kara cahillerin birbirleriyle giriştikleri tümeller
kavgasını temellendiren varoluşun absürt
yansımalarını ayrıntılarıyla dilimin keskin kılıcından
geçirerek sonlandıran bir
filozofum ben. Dili temelinden sarsan maceralarımı okuyan herkesin beş
duyusunu
yerle bir eden ve usun sınırlarını dinmek bilmeyen hararetimin şehvetli
kılıcıyla keserek yürüttüğüm
görkemli mantıkla tüm sağduyulu kafaları bulandıran
eşsiz bir metafizikçiyim ben: Don Kişot de La
Mança!
Almanya'nın
19. yüzyıl düşünürlerinden alnı
büyük filozof bu konuyu tekrar gündeme alıp
Batı
felsefesinin temelini yeniden sarstıysa da, dünyayı
topyekûn sarsan edebi güç
bendedir.
Koyu
materyalistler (sosyalistler, Marksistler, anarşistler, ateistler) ve
koyu idealistler
(ezoterikçi budalalar, dinsel ahmâklar, faşistler)
kafalarında doğurdukları
düşünce hortlaklarını birbirlerine kılıç
zoruyla inandırmaya
çalışan gülünç
figürlerdir. Ben, hüzünlü
şövalye, tüm bunları deliryum kahkahalarımla
kozmosun boşluğuna yollayabilen tek kişiyim.
Hüzünlü şövalye deliryumda yaşamak
zorundadır; dünya insanlarına gerçeğin sadece bir
şaka olduğunu anlatabilmesi
için, onlar tarafından gülünç
olarak adlandırılan bu eşsiz ve eşitsiz figürü
oynamak zorundadır.
Kimsenin
hiçbir daha terk edemeyecek şekilde beyinlerine girebilen
acımasız bir kahramanım
ben.
İnsanlığın
tüm sosyolojik ve dinsel kuruntularının yalnızca hezeyan
artıklarından başka
bir şey olmadığını anlatabilen biricik edebi eserim ben. Evlenme,
nikâh, aile,
kilise, cami ve binlerce daha soytarılıklar bir beyin
tümörünün dışa yansımasından
başka bir şey değildir. Toplumun her bir üyesi Kafka'nın
yarattığı orta zekâlı
maymun kadar bile aklını kullanamayan ve kendilerini yaratamayan
asalaklardır. Ben, hüzünlü
şövalye, çağdan çağa geçiş
yapabilen, geçmiş ile gelecek arasında milyonlarca
anda yaşayabilen, zaman ve mekâna hükmedebilen, tek
boynuzlu ve iki kanatlı kozmik atım Rosinante'yi istediğimde
bir zaman makinesine dönüştürebilen bir
gerçekçiyim ben. Gerçeği asla
tadamayan sizler, dostum Sanço'yu benim bir kölem
olarak algılarsınız, çünkü
sizin gerçeğiniz efendi-köle üzerine
kuruludur. Hegel ve Marx gibi tinsel hortlakarın
egemenliğinde varolabilen sizler, Sanço'nun benim bilge ve
ermiş yol göstericim
olduğunu idrak edemezsiniz. Karanlık
ruhların anti-kahramanı Franz Kafka'nın
Sanço dostuma
'yönlendiren
tin' adını vermesinin bana ters gelmediğini de parantez
içinde söylemek
isterim.

Ah,
siz insanlık kalabalığı!
Siz gerçeklik saplantısının tımarhanelik komedyaları! İsa'yı
ciddiye alacak
kadar ahmaksınız. Bir papazın bana sitemlerini anımsadım bir an: "Ey
deli,
İspanya'nın neresinde dev görülmüş ki, sen
devleri, arslanları yenmişsin ve
bilmem hangi büyücü sevdiğin kızı
çirkin köylü bir kız kılığına
dönüştürmüş.
Bırak bu saçmalıkları, evine, ailene dön." Dinledim
bu budalanın sözlerini
ve iki söz de ben ettim kılıcımla kafasını kesmeden
önce: İsa gibi bir budala
figür alay konusu olamayacak kadar kalın kafadır. Bir kalın
kafanın çekiciliği
aynı budalalığın ötekilerde mevcut olmasındandır. Bundandır
ki, kalın kafalılık
işkence olarak yaşanmaktadır. Yalanın gerçekle yer
değiştirmesi İsa figüründe
aşikârdır. Gülünç bir
figüre acı duymak putların hasta olduğuna inanmak kadar
aptalcadır. Ey papaz hazretleri! Sen ve senin gibiler değilmi ki, İsa
gibi
figürleri devleştiren ve arslanlaştıran ve hatta İsa'yı
Tanrının oğlu ve
anasını da Tanrının gizemli gelini olarak gören ve
gösteren! Dahası, aile ve
kilise dediğiniz yüzlerce hayali düşüncenin
somut delileri siz değil misiniz!
Ben
ise sadece sizin
karanlık dünyalarda kendinize ışık sanarak
seçtiğiniz yedi başlı devleri ve
canavarları öldürmekle soylu bir edimde
bulunmaktayım. Ah sizi nankörler! Ve
siz değil misiniz soylu sevgilimin ruhunu gerçeklik
saplantılarınızla hasta
eden! Zaman bu zaman! Her birinizi kılıcımdan geçireceyimi
asil sevgilime söz
verdim ve ben sözünün özü
olan tek kişiyim.
Ah,
Dulsinea! Senin
ve benim ait olduğumuz yer zamansallığın ve mekânsallığın
olmadığı bir boyutudur Varlık'ın. Sen –dilimin
ve içtepimin biricik dişi adı! İlk nefesimi seninle aldım,
son nefesimi de
seninle alacağım. Karanlık
mağaraların sakinleriyle savaşan
ben, sana el uzatmaya ve ruhunu tutsak etmeye yeltenen tüm
karanlık gölgelerle
savaşan bir soylu şövalyeyim.

Bu
metin Düşünbil/Libido
dergisinde
(sayı 45/Ocak/ Şubat 2015) yayımlandı.

|