Bir Dil Eleştirisi Denemesi

 H. İbrahim Türkdoğan

Image6.gif


Bir kez olsun Hiç'i düşün! Onu Birşeyle birlikte düşünüyorsun! Ne var ki bu durumda onu düşünmüyorsun! İşte Varlık'ın Girdabı!” (Friedrich Hebbel)

Güneş batmak üzereydi, oturdu bahçesindeki bir sandalyeye, baktı batmakta olan güneşe, düşünmeye başladı, düşünceler sızdı bir bir, akıntı gibi ama art arda, kaotik bir yapı yoktu düşüncelerinde, düşünce sistemi denir mi buna bilemedi, ama onu da düşündü, yorgundu, düşünmek istemedi hiçbir düşünceyi, hiç düşünmek istemedi bir an, o bir an bu düşünceyi düşündü, hiç düşünmek istemediğini düşündü. Hiç düşünmeden olur muydu, olunur muydu? Hiç. Ah, yine mi bu sözcük, üç harfli bir sözcük, ne kadar da kısa, küçük yazılır aslında ama büyük yazılırsa başka bir anlam elde edilir. Hiç'in anlamı mı olurmuş? Hiç, Hiç olarak nasıl tasavvur edilebilir ki, düşünülebilir ki, söylenebilir ki? Hiç temel olarak tasavvur edilemez ki, düşünülemez ki, söylenemez ki. Hiç temel olarak tasavvur edilemez, düşünülemez ve söylenemez değil midir? Öyledir. Yani: Değildir. Her durumda, Hiç'in ne olduğuna ilişkin her uğraş aynı soruna götürür: ifade olarak hiçbir şeyden başka hiçbir şey olmayan şey, düşünülen, söylenen, tasavvur edilen şey hiçbir şey değildir artık.

Yine baktı göğe, güneş batmıştı, ama ışınları yansıyordu çevreye, bahçe renkli bir imgeye dönüşmüştü, hafif karanlık da olsa. Varlık. İşte, bu, dedi; demedi, sadece düşündü, ya da düşüncesinde dedi, ses çıkarmadan, seslenmeden, hiç harf kullanmadan dilinde. İç konuşma. Dış konuşmadan daha sahidir, daha yalındır; 'sakın konuşma' dedi bu düşünceleri, 'düşünceleri sözcükleştirme' dedi, ama düşünceler zaten sözcüktü, sadece henüz dile gelmeyen sözcüklerdi, dışa aktarılmayan düşüncelerdi. Sonra: 'Hiçbir şeyolan şeyin düşünülmesi, hiçbir şeyin olmadığını düşünmeyi gerektirir; demek ki hiçbir şeyin tamamen olmadığını söyleyemeyiz. Ne söylebiliriz peki? Masanın üzerinde açık duran kitaba baktı, merak etti, dikkatini çekti sözcükler, düşüncelerden oluşan sözcükler. Bir başkası düşünmüş o sözcükleri ve sonra yazmış. Hemen okudu, sonra Türkçesi nasıl olurdu diye düşündü, merak etti; Türkçeye çevirerek okudu:

“Neden Hiç hakkında susulmalıdır? Çünkü çelişkisiz, yani Hiç hakkında anlamlı konuşulamadığı için. Neden Hiç hakkında anlamlı konuşulamaz ki? Çünkü Hiç'in ne olduğunu söylemek gerekirdi. Hiç'in ne olduğu neden söylenemiyor ki? Çünkü Hiç hiçtir, yani yok'tur. Ama Hiç hakkında en azından bu söylenebilmektedir. Evet, söylenmelidir, eğer Hiç hakkında neden konuşulamadığı söylenmek isteniyorsa.” (Lütkehaus, Nichts, s. 625)

Çok hoşuna gitti bu paragraf. 'Harika!' dedi içinden, 'Türkçesi de yerinde oldu' dedi, sevdi, sevindi. 'Rahatladım' dedi, evet dedi, konuştu. Ağzından kaçtı düşünce, sözcükleşerek iletildi dışa. Başka konuşmadı. Tek sözcük, tek bir sözcük. Sustu. Geçici bir mutluluk, geçici bir sükûnet, geçici bir düşüncesizlik, geçici bir boşluk. Sonra yine göğe baktı, sandalyeden yere indi, uzandı, ışınlar çekilmişti, gökyüzü kararmıştı, yıldızlar gözükmekteydi, bahçedeki loş ışınlar lambadan sızıyordu. Gözlerini kapadı, uykuya teslim oldu, direnmedi hiç. Saldı düşüncelerini göğe, ve bedenini toprağa. 

Image6.gif


yukarı
Ana Sayfa