|
Dil Ve Felsefe H. İbrahim Türkdoğan |
|||
|
(Bu yazı ilk kez 05.10.2012 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayımlandı.) Bana
geriye tek şey kalıyor: Dil. Bu bir
sıfır felsefedir. Ve buna uygun olarak bir çıkış
noktası geliştiriyorum: Sosyolojik ve dinsel önermeleri
yaşamımdan
uzaklaştırırken, aynı zamanda sabitleştirmeden yaşamıma uyarlayabilmek.
Sıfır
felsefe yaşamın temeli olarak algılanmaktadır bu durumda. Nasıl sıfır
rakamı
olmadan matematik olamazsa, felsefi bağlamda da bir temel öğe
olmadan
yaşanılamaz. Benim temel öğem dildir.
Felsefi olarak baktığımızda her insanın temel öğesi dildir.
Ancak insanların
büyük çoğunluğu dilden daha çok
sosyolojik ve dinsel önermelerle beslenmektedirler.
Türkçe bilen insan aslında çok şanslıdır
bunu anlamakta. Türkçenin nötr olması
bağımsız düşünce hazinesini çeşitli
boyutlarda zenginleştirecek özelliğe sahiptir.
Ancak ne var ki burada ana faktör şu: İnsan
mı dilin sahibi yoksa dil mi insanın sahibidir? Elbette
dil
insanın temelidir, dil insanın kendisidir.
İnsanın şanssızlığı kendini dilin
egemenliğine kaptırmasıdır. Sözcükler vardır ki
insana hükmeder, insanı
hapseder. İşte burada sosyoloji ve dinler devreye girmiştir. Oysa ben
dil
üzerinden kendimi ifade ediyorum, Türkçe
dili ile düşünüyor ve
Türkçe dili ile konuşmaktayım.
Dil (konuştuğum ve düşündüğüm dil:
Türkçe) benim evim, benim sarayım, benim
hazinemdir. Ama Türkçü olmam
için hiçbir neden göremiyorum. Diğer
taraftan
kendini sosyolojik ve dinsel açıdan ifade edenler
Türkçü,
Kürtçü, İslamcı ve binlerce yapay
kimliklerin tuzağında
körelmektedirler. Bu yüzdendir ki kendi aralarında
barış sağlayamamaktadırlar.
Sosyolojik bir temeli olan “Türkiyeli”
kavramı çeşitli milliyetlerin ve
halkların kimliklerini yansıtmaktadır. Neye yarar ki? Kimlikler benim
ilgim
kapsamında değildir. "Türkiyeli" kavramında milliyetler ve
hatta milliyetçilikler
saklıdır. “Türkiyeli” olmak bir dil
karakterini çağrıştırmıyor, milliyetlere ve
halklara özgüdür.
Yürüttüğüm aklın mantıklı sonucu
şudur: Ben “Türküm” yerine
ben “Türkçeyim” ifadesi ne
demek istediğimi tam olarak açıklamaktadır. Türkçeden
haz almamın nedeni Türkçe dilin
karakterinden kaynaklanıyor. Türkçe sadece
edebiyata değil, aynı zamanda
felsefeye de temel olabilen bir dildir. Ancak
Türkçe konuşanlar eskiden beri
kısır ve tek taraflı bir eğitim sisteminden geçtikleri
için sosyolojik ve
dinsel önermeleri kıramayıp onların egemenliğinde kekelediler;
hiçbir zaman
dillenemediler. İşte bu nedenle de dünyaya örnek
olabilecek Türkçe felsefeci
yok. Nietzsche
katı ve ataerkil Almancaya karşı
beslediği antipatiden
dolayıdır ki, bütün
kalıpları kırabilmiş ve yepyeni bir Almanca yaratabilmiştir. Almancayı
hapsolduğu bünyeden kurtarmıştır. Nietzsche tek değildir bu
konuda: Wittgenstein, Stirner, Heidegger ve başkaları.
Heidegger özel bir konuma sahiptir. “Dil insanın
evidir” diyen bu filozof
Almancanın ataerkil zincirlerini sadece bir yerden başka bir yere
taşımıştır.
Almancayı yöreselleştirmiştir. Ataerkil yapıyı kırmak
için yüzlerce katı
örgüleri ne kadar kemirmeye çalıştıysa da,
doğduğu kasabanın dilini dünyanın
merkezi ilan etmekle yöresel Almancacı olmaktan öteye
gidemedi. Türkçe
çok daha sade ve önyargılardan bağımsız bir
dildir. Türkçe özgür bir dildir.
Bu özgür yapıyı korumak ve daha da
zenginleştirmek için yepyeni bir eğitim sistemi inşa etmek
gerekir. Ne var ki,
siyasal iktidarların uyguladığı sistem bunun tam tersini
gerçekleştirmekle
birlikte Türkçenin
özgürlüğünü zedeleyecek
bir içerik taşımaktadır. Türkçenin
özgür ve özgün filozoflara
gereksinimi var, dinsel ve ideolojik önermelere değil. |