Bilginin istem olarak doğabilmesi ve özgür kişi olarak kendisini hergün yenilemesi için ölmesi gerekiyor. - Max Stirner - |
Giriş (I)
|
||||
|
En
yakın dostu Enkidu öldüğünde, Gılgamış ilk
kez hiçlik duygusuyla karşılaştı. Hiçle yüzyüze
gelip varlığın bir çöküş oldugunu da kavradı
aynı zamanda. Bu çöküş insanın özgür olmaya mahkum
olduğunu haber ediyordu. Ve Gılgamış bir anda dünyaya
atılmışlığın bilincine vardı. Çünkü
Tanrılar olmadan yaşaması gerektiğini farketmişti
artık. Bunun üzerine Tanrılara karşı olan korkusunu
da yitirdi. Bu da özgür olmak anlamına gelmekteydi. Özgürlükse
yaşam acısı demekti bir bakıma göre. Aynı
zamanda ama: yaşamdan her an haz almak ve varoluşun bedensel
ve tinsel sevincini yaşamak demekti. En
yakın dostu Enkidu öldüğünde, Gılgamış ilk
kez hiçlik duygusuyla karşılaştı. Hiçle yüzyüze
gelip varlığın bir çöküş oldugunu da kavradı
aynı zamanda. Bu çöküş insanın özgür olmaya mahkum
olduğunu haber ediyordu. Ve Gılgamış bir anda dünyaya
atılmışlığın bilincine vardı. Çünkü
Tanrılar olmadan yaşaması gerektiğini farketmişti
artık. Bunun üzerine Tanrılara karşı olan korkusunu
da yitirdi. Bu da özgür olmak anlamına gelmekteydi. Özgürlükse
yaşam acısı demekti bir bakıma göre. Aynı
zamanda ama: yaşamdan her an haz almak ve varoluşun bedensel
ve tinsel sevincini yaşamak demekti. Bu
öykü belki de varoluş olgusunda özbilincini kazanmakta olan
insanı anlatan medeniyetin ilkidir. 19. ve 20. yüzyılda
Avrupa'da oluşan varoluşculuk felsefesiyle yakın benzerliği
olan bu öykünün temel düşüncesi benleşme felsefesine
dayanmaktadır. Gılgamış efsanesi sonsuzluk düşüncesi
gibi bir dogmaya dayanan herhangi bir din yaratmadı; Gılgamış,
sonluluk olgusuyla yüzyüze geldi. Güncelliğini yitirmeyen Gılgamış
efsanesi zamanlar üstüdür. İnsan uğraşının
kaynağıdır o: İnsanlaşma düşüncesi ya da
benleşme bilinci düşünmenin başlangıcı ve
geleceğidir. Gılgamış felsefesi bu bilincin kapsamıdır;
dünün ve yarının neticesidir: Varlık�ın ve Hiç�in
resimlenmiş şeklidir. Nietzsche�nin aynı şeyin
sonsuz tekrarı düşüncesi bu açıdan bakıldığında
kolay anlaşılacaktır. İnsanın
temel öğeleri olan acının ve hazzın gerçekleşme
sürecinde insan tam bir çöküntüye ve sefalete uğramıştır.
Tanrıların can sıkıntısından insanı
yarattıklarını vurgulayarak söyleyen Kierkegaard, bu
tespitini yaparken, tam bir can sıkıntısı yaşadığı
görülmektedir. Belki de insanlar, can sıkıntısından
Tanrıları yarattı, kim bilir. Max
Stirner Projesi, varlığın bu öyküsü üzerine kurulu
olup aynı zamanda oluşmanın bir çıkış
noktasıdır. Gelişmenin ve yok olmanın bir ara noktasıdır.
Tanrısız
bir derviş gibi düşünceler dünyasında seyri alem, ölü
düşüncelerin dünyasına düşmeden, acıyla hazzı
birbirine kaynaştırır. Bertrand Russel, felsefenin bir
kimsesizler ülkesi olduğunu söyler. Yaşam bir ülkesizler
yurdudur. Bu açıdan bakıldığında felsefe gerçekten
de ne bir dogma ne de tam bir bilimdir. Felsefe, düşüncelerin
dans ettiği bir maceradır. Max
Stirner Projesi, Stirner felsefesini bu açıdan incelerken ülkesizler
yurdunda şüpheci olmayı benimser. Düşüncelerinizi
bizimle tartışmanızı dileriz. H.
İbrahim Türkdoğan
|