|
Bataille’da
Savurganlık Felsefesi
H. İbrahim Türkdoğan “Yalnızca
ölümün ve istencin soluğu bastırma
ve kesme gücü vardır. Yalnızca
istencin ve ölümün aşırılığı hakikate ulaşmamızı sağlar.” Baş Bataille bir
huzursuzluk şölenidir. Bataille’ın tüm
öyküleri kendi huzursuzluğumu
yüzüme vurur, yer yer cebelleşirim kendimle, sanki
açmam gereken düğümler
varmışçasına bazı sözcükleri, bazı
tümceleri sesli okuyarak köprü kurarım ve
kurduğum köprüden bastonsuz geçince
sevinirim çocuk gibi. Sayfalara dağılan
altbenin çirkin ve görkemli imgeleri belirir bol
bol. Yorar beni, öfkelendirir,
sevindirir; agresifleşirim ve nihayet ruhum kahkahalar
içinde titretir bedenimi;
sarsar ve dağıtır düşüncelerimi,
özgürleşirim. Gövde Bataille’ın
düşün dünyası ve köktenciliği geniş
kapsamlıdır
hem içerik hem biçim açısından ve
bilinen tüm kategorilerin dışında kalır. Roman,
öykü, şiir yanı sıra felsefi, sosyolojik, psikolojik,
etnolojik, ekonomik
metinler yazmış olan bu düşünür, sanat ve
edebiyatın yanı sıra sosyal, politik
ve ekonomik konularda da yoğunlaşmıştır. Bir taraftan
kütüphanecilik mesleğinde
çalışırken, aynı zamanda akademik ve pek
ünlü “Critique” de dahil olmak
üzere,
her zaman bilimsel iddiaları olan birkaç derginin kurucusu
olan Bataille, sınırları
zorlayan ve son derece saldırgan edebi metinlerin de yazarıdır.
“Gözün Hikayesi”
ve “Madame Edwarda” gibi müstehcenlik ve
pornografi arasında yeşeren eserleri
kısmen biyografiktir; Bataille bir kuramcı olmakla yetinmedi,
yetinemezdi;
ondaki imkânsızlığa ulaşma istenci buna izin veremezdi. Paris’in
genelevlerini gerçek “kiliseleri” olarak
gören Bataille, 20. yüzyılın en cesur
düşünürlerinden biridir. Olabildiğince
eksesif, aşırı, uç, köksüz, esrik.
Uçurumların
yüzücüsüdür
–Bataille. Özgür
düşünceci düşünceye bağlıdır, oysa
Bataille savurganca
düşünür, düşünceyi israf
eder; her düşünce onun beyninde
parçalanmaya
mahkûmdur. Bu kozmik bir ilkeye tekabül eder:
Güneş, karşılık beklemeksizin
dünyaya yönelir ve aralıksız yanar,
parçalanarak, dağılarak. Günün birinde
sönecek olursa yandığı içindir,
–savurganca. Ayrıca, okuru
endişelendiren, huzursuz eden, telaşlandıran, rahatsız eden bir yanı
olduğu
kesin. Ayna zamanda gülmeyi derinden tattıran bir filozoftur.
Bu özellikleriyle
insan psikolojisini çok iyi tanıdığını, doğrusu, bu alanda
bir usta olduğunu
kanıtlamaktadır. De Sade ve Lautréamont’dan sonra
kimse onun kadar insan
psikolojisinin derinliğine inmedi; bir araştırmacı olarak değil,
psikanalitikçi
olarak da değil, psikoterapist olarak da değil; bunlar
Bataille’ın eline su
dökemezler. Nietzsche’den etkilenen bu yazar,
Nietzsche’nin artistik
şaklabanlıklarından pek uzakta
sürdürdüğü yaşamında insan
psikolojisini yazım
ortamında değil, yaşamın ta ortasında deneyledi ve deneyimledi. Bir
dönem bir
rahip olarak yaşamı başka bir boyutta tadan bu filozofun, genelevleri
gerçek
kiliseleri olarak adlandırması, elbette bir retorik değil; Bataille bu
karşılaştırmayı ya da özdeşleştirmeyi her açıdan
kendi yaşamında kahkahalar
içinde erosun göz yaşlarıyla tadabildi. Bataille’ın
düşüncesinin karmaşıklığını sıradan bir analizle
çözümleyemeyiz, kaldı ki karmaşıklık
onun felsefi ve bilimsel ilgi alanlarına odaklanamamasından değil,
mümkün
olduğu kadar derin ve aynı zamanda mümkün olduğu
kadar kapsamlı bir düşünme
yolu bulmaya yönelik tavizsiz çabasından
kaynaklanmaktadır; Bataille
ile tüm yolları yürüyebilirsiniz ama yolun
sonuna varamazsınız; sonsuz yollarda
yürüyen bir
düşünürdür Bataille. Bu nedenle bir
özet ya da bir sunum
olanaksızdır, bu nedenle bence Bataille’ı anlatmadaki en
uygun yol Bataille’a
benzer düşünmek ve duyumsamak gerekir; bu onu anlamak
için de kaçınılmazdır
tabii ki. Dostu Blanchot gibi Bataille de
Dışarı’yı düşünmenin
bir yolunu ana hatlarıyla çizer, ancak bundan daha kapsamlı
bir yaklaşım izler,
çünkü o, Dışarıyı içeride yani
bir iç deneyim biçiminde anlamaya
çalışır - ve
özellikle çeşitli sınır deneyimlerde, bu
çok tuhaf gelebilir ama bu işte Bataille’ı
“felsefe dışı” olarak gösteren kendine
özgü bir tarzdır; yalnızca bir yazar (ya
da bir ekonomist, etnolog, sosyolog, vb.) olarak değil, aynı zamanda
felsefenin
dışarısında olan düşünceyi onun en iç
olasılığı olarak amaçlar. Batı’nın İç
ve Dış
arasındaki düalizmini bu şekilde zayıflatmak ister. Batı felsefesi Hegel’de
değil, Bataille aracılığıyla
sona ermeden tamamlanır. Çünkü Bataille
tamamlanmış felsefenin kendini daima
yaratan bir felsefeden farklı bir şey olduğunu gösterir. Diğer
bir deyimle:
Tamamlanmış felsefe her şeyden önce (artık) bir felsefe
değildir. Bataille’da
ise felsefe yoldadır hep, tamamlanmaya çalışan ama
sonlanamayan bir köktenci ve
geniş kapsamlı dışavurumcu bir felsefe. Bataille’ın
bilgin okuru Michel
Foucault’nun söylemiyle - pensée du
dehors de la philosophie “felsefenin
dışında düşünmek”;
bu ifadenin
anlamının tüm nüanslarında felsefenin dışını
düşünmek: felsefenin dışında duran
bir düşünce, aynı zamanda felsefeye göre
dışarı olanın düşüncesi ve kendi
dışarısını düşünmeye çalışan bir
düşünce. Tamamlanan
yani sonlanan
felsefe bir sistemdir, öyleyse eğer tamamlanmasının koşulu
sistem olması ise - ki
felsefe sadece sistem olarak kendini tamamlayabilir ya da bir sistem
olarak tamamlanmasını
en azından hayal edebilir - o zaman tamamlanmış felsefe sadece bir
sistem olmamakla
kalmaz, sistemsizlikle yetinmez, bizzat daha fazla ve başka bir şeydir:
Sisteme
deli kahkahalarla gülmek. Her
düşünce sistemi delirmekten kaçmanın
yansımasıdır. Saçma
olan sistem
değildir ne de onu mümkün kılan muazzam
çalışmalar;
daha ziyade, Bataille’ın
gözünde felsefi sistemi
gülünç kılan onun
gülünçsüzlüğüdür
hatta
mizahsızlığıdır.
Ve bununla daha çok dayanağı olmayan bir varlık olarak
insanın
gerçekliğini ele
verir; sistematik felsefe bunu ne bilmek ister ne de bilinmesini
sağlamaya
çalışır. Bununla
birlikte, Bataille’ın çabası, Hegel’i
ciddiye almak ve ondan tüm sonuçları elde
etme girişimi olarak tanımlanabilir; tam anlamıyla felsefi geleneğin
sonuçlarını - ister Hegelciler olsun, ister
Sartre’a kadar olan Hegelomarksizm,
ister ona zıt olan yaşam felsefesi (dirimselcilik) olsun, ister
fenomenoloji ve
ister Heidegger ve ötesindeki varoluşçu felsefe
olsun - elde etmek istemediler
ya da sonuç olarak elde etmediler. Bir
zamanların Fransız
Devrimi’yle dolup taşan bu kafa, Prusya otoritesi karşısında
modern bir
devletçilik kuramında huzur bulabildi. “Hegel
yaşarken kurtuluşu yakaladı, yakarışı
öldürdü, kendini sakatladı. Ondan geriye
sadece küreğin sapı yani modern insan
kaldı. Sistem, yok etmektir.” Sistem, tam olarak afekt ve
dürtülerden yani
yaşamın büyük bir kısmından yoksun bir
düşünceler düzenidir. Bataille’ın
yaşam
arzusu ölüm özlemine denk gelir, bu nedenle
Bataille’da hiçbir sınır yoktur.
Evrenin boşluğunda mekân bir sığınak işlevi
görebilir ve aynı zamanda bir
tutukevine de dönüşebilir. “İşte
sınır!” denildiği an olanaksıza sınır konmuş
olur; oysa olanaksızlıkla her an yolda olunmalı. Bataille, kendini
ölümün
karanlık kuytularına atarak yaşamı doğurur; ölmeyi
göze alarak yaşamı seçer. “Sınır”
oluşturan kavramlardan biri de vicdan
kavramıdır.
Bataille’ın İç Deney’ini
suç ve cezanın konakladıkları vicdana bir alternatif olarak
algılıyorum.
Yaratmak için tehlikeyi ve
kötülüyü göze almak
gerekir; bu durumda iyilik
felâketlerinin sahibi vicdan, yerini iç deneye
bırakmak zorunda kalır. Ve
kendini yeniden deneyleyerek aldandıracak olan birey hiçbir
adda sonsuzca
konaklamayacaktır. Çünkü her konaklama
huzur ve iyilik egemenliğini içinde
taşır. Huzur
ve iyiliği amaçlayan vicdan suç ve ceza ile
sonuçlanır
her zaman. Ama genel ahlâkı
kötülüğün gücüyle
yıkarak iç deneyi yaşama
aşamasına geçen birey yüksek bir ahlâk
yaratacaktır ve her yüksek ahlâk bireyin
yaratıcı içtepisi karşısında alçak bir
ahlâk olarak ezilecektir. Demek ki iç
deneydeki birey genel ahlâkla yönetilen toplumlarda
yaşadığı sürece, adına
vicdan denilen içselleşmiş Tanrı’nın ya da
iç zindanın çeşitli boyutları ya da
versiyonlarıyla karşılaşacak ve kendini her defasında iç
deneyde yaşatarak
yaratacaktır. Bataille, birkaç konuda Stirner ile
örtüşür, bunlardan ikisi
savurganlık ve vicdandır. Stirner, Delfi'deki
Apollon
Tapınağı’nın üzerinde yazılı olan “Kendini
Tanı” sözüne “Kendini
Yaşa” ile
karşılık verir.
Ve Stirner, yaşamı biriktirmez, tüketir keyfince.
Bataille’ın
Stirner’i okuyup okumadığını bilmiyorum, ancak buradaki konu
bu değil zaten. Stirner’in
vicdan analizi ve Bataille’ın iç deneyi
“alt edilmişliğin üstesinden gelme’nin,
‘suç ve kefaretin ötesinde”
(Amery) bir yaşamın olası olduğuna ışık tutar. Yara
alan psişik yapı vicdan mağarasına düşmeden yaralarını
kurban-suçlu
kategorisine göre değil -zira her suçlu bir
kurbandır ve her kurban bir
suçludur vicdan tuzağında-, âhlâksal
değerlere yer vermeksizin, içtepinin
içgüdüyü baskılamasına ve
zekânın yönlendirici gücü
tarafından ezilmesine izin
vermeksizin bir diriliş
ya da bir yenilenme yaratarak iyileştirebilir. Üyeler İskeleti
Bir
felsefe ekolüdür savurganlığı temellendiren:
‘Kendini Tanı’ değil
düşünsel rehber, bizzat: ‘Kendini
Yaşa’: “Ahlaksızlığıyla beni
ölüme denk bir hale sokacak bir bedeni bulmaya
gitmek üzere kımıldayacağımı yavaş yavaş anladım.”
Düşkün olunacaksa haz
düşkünü
olunmalı. Bataille’ın savurganlığı bir şehvetperestin
dürtüsüyle
karşılaştırılabilir ancak Bataille, şehveti tıpkı pornografik
metinlerinde
olduğu gibi aşırılığı,
ölçüsüzlüğü
yakalamak için deneyliyor. Bu noktada de
Sade’dan da ayrılıyor. “Elbisesini
yukarı kaldıran bir kız gibi düşünüyorum.” Çünkü
aşırılık, yani
kozmik enerjinin fazlalığı, sonuç itibarıyla insan bu değil
mi zaten, en temel
cinsellik deneyimlerinde bile, gülmek, ağlamak ve korku gibi
afektlerde. Bu
deneyimler ve onlarla birlikte ölümün
kaçınılmaz olarak ait olduğu yaşamın
kendisi bireyi bunaltmakta, onun güçlerini aşmakta;
birey ona boyun eğse de ona
karşı dirense de. Bataille’ın tüm
çalışmaları bu enerjiyi daima yeni
yollarla vurgulamayı amaçlıyor - korku, zekadan daha az
değildir, zeka gibi bir
bilgi aracıdır, o zaman olanaklı olanın uç noktası bilgiden
daha az yaşam içermiyor
ve kahkaha, tiksinme, esrime, ölüm korkusu bilgi
yaratımına olanaklı olandan
daha az katkıda bulunmuyor; bilgeliği
doğuran yalnızca olanaklının gücü değil, olanaksızın
gücüdür asıl yaratan;
olanaklı ve olanaksızın durmadan uyarılması. Bataille’ın
tüm felsefesi derin
bir huzursuzluk çağrışımı yapan ve aynı zamanda yine derin
bir mutluluk ileten
esrimeye vurgu yapıyor.
Kişi kendini bir şeye tamamen teslim ederse, onda
kendini
israf ederse aydınlanabilecektir. Ruhunu, etini, derisini, kemiğini,
saçını, başını bir başkasına teslim edip kendini
harcayarak, kısacası: erotizme, yani ölüm karşısında
(cinsel) aşırılığa teslim
olmak. İsrafın
en tutarlı
yöntemi erotizmdir; tam olarak, insanda fazlasıyla var olan
kozmik enerjinin,
ölümün gözü
önünde, erotizmde dışa vurulması kişiye yaşamın
yalınlığını
gösterir. Savurganlık
dürtüsü Bataille’da o denli
yoğundur ki, sadece bir tümcesinde
bile birkaç uç’u bir araya getirerek
edime yönelmek istiyor:
“Ölümün abartılı
güzelliği sadece ihanette bulunur. Bir kadına tapmak isterdim,
bana ait olsun
isterdim, ki onun ihanetinde tanrısallığının aşırılığını
bulayım.”
|