Fritz Mauthner

Dil Eleştirmeni Olarak Max Stirner

Almanca aslından çeviren: H. İbrahim Türkdoğan

Image6.gif

Nietzsche ve Stirner 

Nietzsche'nin düşüncelerine geçmeden önce, Nietzsche'nin düşünsel kökeni ile ilgili birçok sorudan birine kısaca değinmek zorundayım. Gerçi bu tür filolojik incelemelerin, üstelik isyankâr filolog Nietzsche anlamında bir değeri olacağına inanmıyorum. Ama bu sorulardan biri Nietzsche'nin öz çekirdeği, örnek kişi (eğer bu tür konularda bir örnek kişi mümkün olsaydı) düzeydeki zarifliği için önemsiz, değersiz değildir. Nietzsche, Stirner'in “Biricik”ini tanıyor muydu? Ya da daha çok: onu mutlaka tanıdığına göre neden bu kazanç hakkında sustu? Kız kardeşinin, Nietzsche'nin Stirner'in eserini tanımamış olduğunu ileri sürmesine (ölmüş ve çoktandır akıbeti bilinmeyen birini kıskanmak?) karşılık filolojik titizlik, geriye hiçbir şüphe bırakmaksızın Nietzsche'nin en çok sevdiği öğrencilerinden biri “Biricik”i Basel üniversitesinden öğretmeni Nietzsche'nin kesin önerisi üzerine aldığını saptamıştır.

Ve bana göre klasik bir tanık olan Bayan Overbeck, günün birinde dostu Nietzsche’nin Stirner hakkında kendisiyle konuşmuş olduğunu ifade eder; garip birinden söz edermişçesine ve belli bir çekingenlikle, sonra tekrar heybetli ve resmi bir tonda kendisiyle düşünsel akrabalığı olan birinden söz edercesine: “Stirner, evet o işte!” Ama bu adı istemeyerek anmış. Her şey Nietzsche'nin Stirner'den olağanüstü etkilendiğini gösteriyor. Peki, bu etki neden itiraf edilmedi? Bayan Overbeck, Nietzsche'nin yanlış yere bile plagiyatör şüphesinin oluşabileceğinden kaçınmak istediğini ima ediyor. Bu, Nietzsche'nin karakteriyle uyum sağlamıyor. Stirner'den kasırgalı bir güçten daha fazla bir şey almadı; “Ya – Ya da” ilkesini değil, olsa olsa cüretkâr biri için bu ilkeden doğan şehitliğe hazır olmayı aldı. Bence Franz Overbeck'in açıklaması doğru: Nietzsche, çoğunlukla konuşkan, ama güçlü bir olayla karşılaştığında içine kapanıyor. Belki de Nietzsche “Biricik”i anlayabilen ilk insandı; ve biz Nietzsche üzerinden “Biricik”i anlamaya ulaştık. Stirner 1844'te kitabını yazdı; aynı yıl içinde Nietzsche doğdu.

Nietzsche'nin son ruh hâli (“Erk İstenci”nde) ve Stirner'in biricik düşüncesi tahminen sadece bir noktada ayrılıyor olsa da, Stirner'in Nietzsche üzerinde esaslı bir “etkisi” olduğunu düşünmüyorum; Nietzsche, ayıklığının son saatine kadar bir şairdi, çelişkileriyle bir insan, tutku içinde “Tanrısıyla” dövüşen, gerçek tutkusunu artıran biri, insanları aşağılamasına karşın bir insan avcısı. Stirner ise gerçek bir düşünürdü, tutkusunu buz soğuğunda saklayan, gerçek bir İnsan-değil, gerçek Biricik, neredeyse yalnızlığından memnun. Stirner, birlikte-insanlar [Mitmenschen – öteki insanlar] olarak kabul etmediği insanlar tarafından açlıktan ve yoksulluktan ölmeye mahkûm edildi; Nietzsche, tek âşkı olan doğası gereği delirmeğe mahkûm edildi. Aristokrat başkaldıranlar olarak ikisi de en aşırı ayaklanmayı öğrettiler, özgür bir ideal uğruna devlet şiddetine karşı küçük ayaklanmaları öğretmediler, hayır, insanlar için kutsal olan her şeye karşı son büyük devrimi öğrettiler, ideale karşı, özgürlüğe karşı, aşkın kavramlara karşı, her tür soyutlamalara karşı, her tür -izme karşı olmayı öğrettiler. İkisi de metafizik skolastik felsefenin son artıklarını imhâ ettiler; ve her ikisi de dil eleştirisi üzerinden eski psikolojiyi ve mantığı tamamen kaldırma görevine sahip olabilirlerdi, eğer soyut kavramlara karşı savaşmakla sınırlamasalardı kendilerini, eğer yanılsamanın tam da dilin özü olduğu vazgeçiş-bilgeliğine ulaşabilselerdi.

Ama o zaman da yazıları tahrik edici gücünü kaybederdi; vazgeçiş, en kutsal değer-kavramlarına karşı tek yanlı saldırı kadar teşvikleyici olamaz.

Nietzsche de Stirner gibi yeni bir düşmana karşı kendini savaşçı hissediyor. Öyle ki, sanki Tanrı ve Hıristiyanlığa karşı zafer çoktan elde edilmiş gibi. Stirner, inançlılık ve ateizmden ötede “sonsuz” âhlâkın ruhsuz safsatasını soğuk bir alayla geri çevirirken, ki kendisi artık ne bir Hıristiyandır ne de bir “İnsan”; Nietzsche, kendini tahrip edercesine inceledikten sonra acaba düşüncesinde herhangi en son bir Hıristiyan zihniyetli zehirli mikrop saklı mı diye korka korka hissetmeye ve varsa eğer, onu kökünden kazımaya çalışacaktır, kanının son damlasını onun yüzünden akıtmak zorunda kalsa da. Bu noktada Stirner'den daha az özgürdür, Feuerbachtan da; dünyasında artık olmayan Hıristiyanlığa saldırmak için kendini en aşırı şekilde vahşice ve öfkeyle kırbaçlıyor. Özgür düşüncecilik yaklaşık ikibin yıl boyunca Hıristiyan öğretilerin hakikatini çürütmek için önce yavaş yavaş, sonra durmadan hızlı büyüyürek tüm bilgisini kullandı; şimdi de Nietzsche geldi; arı bir bilgi dürtüsünü (fayda ve zarar sorularını göze almadan) yadsıyarak, bilgi dürtüsünde sadece aşma dürtüsü görerek ve arı bir hakikat kavramını feshederek (“âhlâk der ki: bazı yanıtlara gereksinimim var”); yani hakikati değil, Hıristiyanlığın kültür değerini, Feuerbach tarafından Hıristiyanlığın dokunulmayan hümanizmini bir sanatçının kendinden fazla emin dürtüsüyle bir burjuvayı karikatüre dönüştürerek aşağılamak; Nietzsche için önemli olan buydu. Nietzsche, eşi görülmemiş bir acımasızlıkla Hıristiyanlığı haksız yere aşağıladı, tarihi açıdan yanlış ve tek yanlıydı bu, özellikle akıl hastalığının başlamasından önceki son bir yıl içinde yaptı bunu. Sadece çocuklar ve karabaşlar bu yazı ve fragmanlarını deli yerine koyabilirler ya da değersiz bulabilirler; bu yazılarında (ve başka yazılarında da) hastalık derecesinde aşırı sinirliliğine dair belirtiler bulunabilir; ama bu düşünceler zarif bir ruhun son ve mantıklı düşünceleridir. Bir ruh ki acıyan beyninin sunduğu son ışığa kadar sağlıklı bir dev gibi balyozla felsefe yapmak istedi. Putları yıkmak, Bacon'ın idollerini.

Ve henüz parlamayan birçok şafaktan birini getirmek istedi. Balyoz sallayan Nietzsche'yi Stirner'in tam bir öğrencisi olarak tanımak ve sevmek isteyenler, onun “Tan Kızıllığı / Ahlaksal Önyargılar Üzerine Düşünceler”ini özenle okumalı. (1880 ve 1881, ama 1887'den itibaren tanındı). Burada Biricik'in sözlerine benzer sözler duyulmaktadır, Stirner'den daha fazla biricikliğinin bilincinde olan birinin sözleri. “Töresellik aptallaştırır.” “Duygularına güvenmek, bu, büyükbabasına ve büyükannesine ve onların büyükanne ve babalarına Tanrılardan daha çok itaat etmek demektir.” - “Vaktiyle Tanrı'nın olmadığı kanıtlanmaya çalışılıyordu; bugün Tanrı'nın olduğu inancının nasıl ortaya çıkabildiği ve bu inancın neyle ağırlık ve önem kazandığı gösteriliyor. Böylece Tanrı'nın olmadığı konusunda karşı kanıta gerek kalmıyor... Şimdi, Avrupa'nın çeşitli halkları içinde artık Tanrı'ya inanmayan belki on ile yirmi milyon insan var; birbirlerine bir işaret vermelerini istemek, aşırı bir istek mi olur?” (Sadece propaganda arzusundan dolayı Stirner'den geridedir). - “Ağımızın içindeyiz, birer örümcek olan bizler ve ne yakalarsak yakalayalım, ağımıza takılandan başka bir şey yakalayamayız.” - “Yaptırılacaksın.” - “İnsan, nesneleri neden görmez? Kendisi engeller: Nesneleri kendi gizler.” (Elbette dil üzerinden).” “Mesele tam da şudur: Egodan kaçmak ve nefret etmek, başkalarında, başkaları için yaşamak... buna, şimdiye değin düşüncesiz olduğu kadar güvenle bencil değil ve dolayısıyla iyi denildi.” Stirner kadar sert ama başka zamanlarda olduğu kadar esprili bir Nietzsche değil.

Image6.gif

Kaynak:

Fritz Mauthner / Der Atheismus und seine Geschichte im Abendlande (Ateizm ve Batı'daki Tarihi), 4. Cilt, s. 312 – 314, Alibri Verlag, Aschaffenburg 2011.

Image6.gif


yukarı
Ana Sayfa